4 Nisan 2017 Salı

BÜYÜKLERE MASALLAR / SEYLÂB İLE FEYZAN -VI.Bölüm

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” Hakikat ehli sözün yalanını şıp diye anlar. Yalan, söyleyene zarardır söylenene ise imtihandır. Yalan söyleyen kişinin yalanı, sahibini kıskıvrak yakalar, boynunda yağlı urgan gibi bir ömür boyu onu darağacında tutar. Ta ki gün gelende itiraf edene kadar


Aşkın yoluna çıkacak kişi nevcivan olmalı evveli, hemi de yiğit. İrfandan nasibi almamış yezit anca kendi yolunu, kendi kuyusunu kazmaya mahirdir. Sanır ki şirretliğiyle elde eder başkasının olanı. Adap bilmez edep bilmez ya, çirkeflikte bulur haklılık taslamayı. Böylelerine paye biçen, kendi payesinden yer. Arka çıkan kendi hazinesinden…
Sağanak başlamıştı hani, Şahit dağının küçük tepesi Sefere tırmanırken bırakmıştık Feyzan’ı. Patika yolda çamura bata çıka yürüyordu Feyzan, bir yandan sepetteki balıkları korumaya çalışıyordu, diğer yandan yağmura karşı yürümeye… Derken çarıklarından teki çamura saplandı gitti... Ne kadar aradıysa da bulamadı. Vazgeçti sonunda aramaktan, öbür tekini eline aldığı gibi yalınayak yürümeye devam etti. İçinden La Havle çekmeyi de ihmal etmedi. Sabahtan beri işi hep ters gitmekteydi. Önce Feride kızın yaptığı hala anlam vermediği hareketi, sonra başlayan sağanak, şimdi de çarığının kaybolması… Bunlar iyiye alametler değildi… Eve varınca bir temiz yıkanmalı abdest alıp namazını kılmalı tövbe etmeliydi… Kim bilir ne günahlar işlemişti. Tepeye varıp yaylayı görende içi ferahladı. Yokuş aşağı saldı kendini. Yağmurun şiddeti kesildi. Bahar rüzgârı esmeye başladı. Yaylaya vardığında güneş açtı. Sanki her şey yolunda gidecek merak etme der gibi gülümsedi gökyüzü. O şiddetinden eser kalmamıştı. Esip gürleyen, şimşeklerini çakıp yıldırımları indiren yüce Tanrı rahmetinin ardından şefkatini sunuyordu kullarına şimdi…
Seylab’ı kapının ağzında beklerken buldu. Hemen sarıldı karısına, öptü alnından. Gün bebesini kucakladı. Seylab buyur etti sevdiceğini içeri. Meraklı gözlerle süzdü kocasını, bir şey söylemek ister gibiydi. Ama sırası değildi. Çamur içindeki Feyzan’a su ısıtmalıydı. Elbiselerini yunmalıydı. Ocağı harladı, kazanı koydu üstüne. Baktı biricik aşkının gözlerinin içine. Feyzan Seylab’ın halinden anladı hemen, sordu “ Ne var ne oldu? “ Seylab üzgün ve bir yandan telaşlı.
“ Feride dün gece gelmemiş evine, ormana gidecem demiş babası Haris’e. Bütün gece aramışlar, ama bulamamışlar. Sen o taraftaydın ya, gördün mü dedim di?”
“ Gördüm ya sorma, gölde yıkanıyordu bu sabah.”
“ İyi çok şükür, öyleyse gidip haber ileteyim bari babası çok merak etti.” Seyirti hemen Seylab, tuttu onu kolundan Feyzan.
“ Dur hele sana bir diyeceğim daha var.” Deyip olanı biteni bir çırpıda anlattı Feyzan.
Seylab’ın içi yandı bir anda. “ Eyvah” dedi.
“Ne ola ki?” diye sordu Feyzan
“ Rüyam çıktı, eyvah ki iftiraya uğrayacaksın sevdiğim ne yazık ki.”
“ Ne iftirası ne diyorsun sen?”
“ Dün gece rüyamda, sana bir atmaca saldırıyordu. Elindeki avı almak için, sen ok fırlatıyordun ama hiç isabet ettiremiyordun. En son oku attığında bir ceylan çıkıyor karşına ve ok ona saplanıyor. Ama ölmüyor. Atmaca kaçıp gidiyor. Sen ceylanı kucaklıyorsun. Ona şifalı otlardan ilaç yapıyorsun. Ceylan iyileşiyor. Seni ormanda peşine takıp eve getiriyor.”
“ Sevdiceğim rüyan iyi güzel hayırlara çıksın inşallah da, iftira nerden çıktı hele bir deyiver”
“ Sabırlı ol gülüm anlatıyorum işte, eve geliyorsun ama bizim evimize değil. Feridegilin evine, kapılarından geçerken eşiklerine basıyorsun. İşte aha burdan anladım iftirayı. ‘Rüyada bir kapıdan geçer eşiğe basar ise kişi, iftiraya uğrar’ der idi haminnem.”
Seylab kız öyle temiz yürekli, öyle saf dilli, öyle iyilik meleğiydi ki, Mevlâm ona malum ederdi, olacakları bir bir kulağına fısıldayıverirdi.

Bütün gece ahali Feride’yi arayıp bulamayınca, Feyzan’ın balık avına çıktığını bilmeyenler ikisinin kaçtığını düşünüp suizanda bulunmuşlardı. Hele ki Feyzan ile Seylab’ın aşklarını çekemeyenler için bu bulunmaz bir fırsattı. Yüreğinde kötülük olana sebep mi gerek? Bak etrafına sebepten bol ne var ortada. Küçük yerde dedikodu kalır mı yerinde, hemencecik yayılıverdi ahaliye. Haliyle söylenti Feride’nin babası Haris’inde kulağına da gelince... 

Gözleri zaten iyi görmeyen yaşlı Haris, ok ve yayını kaptığı gibi Feride ile Feyzan’ın peşine düştü ise de bulamadı elbette. Ahali koca ormanda Feride’yi aradı bütün gece. Çünkü babasına yalan söyleyen Feride, Feyzan’ı takip edip peşinden Sebile gölüne kadar gelmiş, geceyi bir ağacın dalları arasında geçirmişti. Feride’yi aramaya çıkanlar ise ne ormanda ne de sonra gittikleri şehir yolunda Feride’yi bulamamışlar, boşa vakit harcayarak gerisin geri Acun iline eli boş dönmüşlerdi.

Haris kızgınlığından önüne çıkana sövüp sayıyor, elindeki okları ha bire fırlatıp duruyordu. İyi göremeyen gözleri hareket eden her şeyi vuruyordu. Yanındakiler onu bırakıp gittiler, yoksa elinden bir kaza çıkacaktı. Nitekim Sebile gölünün kenarında yağmur altında ağlayıp duran Feride, çamurun içinde uyuya kalmış neden sonra yağmur dinince uyanıp köyün yolunu tutmuştu. Üstü başı öyle feciydi ki kim görse onu tanıması mümkün değildi. Hırsından her önüne çıkana ok atan Haris, bilmeden kendi kızını kaba etinden okuyla vuracaktı. Can havliyle bağıran Feride’ ye yine babası sahip çıkacak onu sırtında taşıyarak Acun iline getirecekti.

Yarası ağır değildi Feride’nin. Ama kan kaybettiğinden yolda gelirken bayılmıştı. Gözleri iyi görmeyen yaşlı Haris kızını takati tükeninceye kadar sırtında taşımıştı. Köyün girişinde düşmüş, oracıkta can vermişti Haris. Köylülerden kimi Haris’e kimi Feride’ye koşmuşlardı. Haris için yapacak bir şey yoktu. Öfkesinin ve zalimliğinin serencamı buydu. Yine de babalık görevini canı pahasına yerine getirmişti, kızını kurtarmak için didinmişti…

Feride’yi evine taşıdılar hemen. Kadınlar su ısıttılar, yıkadı yundular temizce. Bir çorba kaynattılar ki ısına. Titriyordu Feride, dişleri birbirine vuruyordu. Üstünü iyice örttüler. Birkaç kaşık çorba içirdiler. Sayıklıyordu Feride, ağlıyordu bir taraftan. ‘Azap, Azap’diye…

Acun ilinin yaşlıları bir araya toplandı. Azap’ın yerini bilen var mıydı? Gelip ablasına sahip çıkmalıydı. En son kimin onu nerde gördüğü araştırılıp soruldu. Azap’ın bir arkadaşı vardı köyde, Şerefhan. Bulunup getirildi, Azap’ın yerini bilip bilmediği soruldu. Tek başına yaşayan, bir ayağı sakat garibandı Şerefhan. Gizliden gizliye Feride’ye yanardı. Yanardı ama kendine, dışına hiç sızdırmazdı. Azap ile Feride’nin çocukluktan beri arkadaşıydı. Onların çektiklerine üzülür ama elinden hiçbir şey gelmediğinden bir köşede onları uzaktan korur, onlar için dua eder dururdu. İşte şimdi iş başa düşmüştü. Azap’ı bir tek o bulabilirdi. Hemen düştü yola…

Feride ateşler içinde yanıyordu. Kadınlar ne yaptılarsa kar etmiyordu. Köyün erkekleri sevabına yaşlı Haris’in cenaze namazını kılıp defnettiler mezarlığa. Ölenin ardından kötü konuşulmaz ya, haklarını helal ettiler, sessizce dua okuyup gittiler…

Kadılardan biri, “ Başka çaremiz yok “ dedi. “Gidip Seylab’a haber verelim, yüzümüz yok ama onu buraya getirelim. En famm-i nazif ağız ( temiz dil, kirlenmemiş ağız) onunkidir aramızda. Hiç kimse için kötü konuşmamış, gıybet etmemiş, dedikoduya, suizana bulaşmamıştır hiç. Gelip bir okuyuversin Feride kıza.” Kadınlar başlarını salladılar. En yaşlı olanı, “Ben gider konuşuram o vakit, beni kırmaz Seylab kız, gebedir hemide. Allah kabul eder onun duasını.” Dedi yollandı Seylab’ın evine.

Seylab hiç ikiletmedi yaşlı kadının sözünü, koştu Feride’ye hemen. Baktı yarasına, ateşine, havale geçiriyordu Feride. Kadınlara şifalı otlardan toplattı, kaynattı, sonra yarasına sürdü. Okudu bildiği bütün şifa ayetlerini. Sabaha kadar başında bekledi. Sabah olunca gözünü açtı Feride, karşısında Seylabı görünce eline sarılıp öptü. Af diledi ondan. Gücünün yettiğince anlattı yapıp ettiklerini, tövbe etti usulünce…

Şerefhan buldu Azap’ı gittiği yerde. Kapıp getirdi onu ablasının dizinin dibine.
Kötüler yaptıklarından pişman olanda, iyiler hep af edicidir. İyilik bunu gerektirir. Yeter ki, günahını bilen ‘her’ kişi tövbe ederse olur birer ‘er’ kişi…

Her masal bize bizi anlatır, kendi dilince kendince… Masaldır gelip geçer ya, dinleyip unutulursa masal olur uçar. Amma bir kez okununca “hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu*” kavlince kalır boynumuza vebali, sürer bir ömür boyunca…
Okuyan da sağ olsun okumayan da.

*Zumer suresi 9. Ayet.

BİTTİ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder