10 Ağustos 2021 Salı

PERDESİZ

Bildiğim bütün şiirleri yazdım,
Mısralara gizledim aşkın sırlarını.

Kursağımdaki bütün lokmaları 
Yuttum, zehir zemberek.

Eteğimdeki bütün taşları 
Döktüm, çağıl akan ırmağa,
Elimde kalan anıları 
Saçtım, darının
Yedi veren toprağına.
 Gün gelir güzel bir kır çiçeği,
 Açar diye,
Suladım, dağını taşını gözyaşlarımla.

Seline karıştı aklım, 
Buhar oldu uçtu umutlarım,
Gün batımının kızıllığında.

Gece korudu sakladı günahlardan beni,
Seher vakti esen yele serdi ümitlerimi.

Sesim sesine değdi usulca,
Parmak uçlarını sevmiştim soğukluğunda,
Sana verdiğim güz çiçekleri,
Solunca, yele serdi kırıklığımı.
Perdeyi kaldırdı Tanrı,
'Seyret' dedi 
'Karşındayım bundan böyle, 
bak işte boylu boyunca...'

Resim: Rob Gonsalves





30 Mayıs 2020 Cumartesi

ARAF

Ummanın kenarında oturan ben miyim?

Sen misin dalan içime keskin kılıcınla?

Dalgaların oyununa katıldım diye

Beni kınama

Bil ki zevktendir sarhoşluğum da.

 

Sen bakma bu vech ile 

Görünmez eli bana yön verenin.

Göz bebeklerimi bilmeyenin

 Dilimi bağlamışlığıdır  ezelde.

Aşktan söyleten sırrını 

Saklamışlığımdır dağlı gönlüme.

 

Devrim daim olup gelince

Sen bilmezsin neredeyim,

Kimin önünde bir gölgeyim.

Var git yoluna, 

Koyma aklını benden yana.

Sefer et kendinden kendine

 Çıkma taşralı yolağa.


Sefa ararken oturduğun minderden hele bir kalk,

Cemsiz kalma damsız sağanağın altında.

Bir başına…

 




9 Eylül 2019 Pazartesi

BULUTUM - BULDUM

Eylül bulutlarla gelir,

Kimi zaman serinliğin neşvesine

Kimi zaman hüznün çilesine

Dokundurur damlalarını...

 

Gökkuşağı çıkar ardından

Her damlanın bir rengi

Her sevincin bir firakı

Her yaranın bir devası vardır.

Bulut olmalı diyen şairin dizesine

Bir küçük ekleme,

Buluttum,

Elinden tuttum,

Kendimi avuttum.

Unutunca seni,

Yağmur olup

Yeryüzünü uyuttum...


18 Mayıs 2018 Cuma

ŞEMSİYE

Gökyüzünde asılı kalan şemsiyeler gibiydik,
Bolluk ve bereket ikliminde yeniden devşirildik,
Damlaları bekledik rahmet denizinden inen.
Gecelere, gün ışığıyla doğan,
Ebem kuşağındaki ateşe vurgun,
Sonsuzluğa uçup gitmiş pervanelerdik.
Aşk kokusu yeryüzünde sevgiyle yayılan...



10 Mayıs 2018 Perşembe

HANGİSİ

"Sen kötü birisin" dedi,
"Ben mi kötüyüm?" dedi öteki,
"Evet sen" dedi beriki,
"Hayır değilim yanılıyorsunuz" dedi öteki.
"Peki öyleyse göster bakalım kötü olmadığını" dediler
 
Sustu, çekip gitti ve bir daha da dönmedi gerisin geriye öteki...
Anlayamadılar geride kalanlar, 
Giden gerçekten kötü biri miydi, 
Yoksa kötü olan kendileri miydi? 
Bilemeden öylece baka kaldılar.



9 Mayıs 2018 Çarşamba

Mavi Rüya Öyküleri-9- Ağlayan Keman

Oysa herkes öldürür sevdiğini
Kulak verin bu dediklerime,

Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimi yaşlı iken
Şehvetli ellerle boğar kimi
Kimi altından ellerle
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi yeterince sevmez
Kimi fazla sever
Kimi satar kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan

Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez

Oscar Wilde

15.08... 19:54:58

“O çocuğu bir daha kimse göremeyecek” dedin ya, bugün tam ayrılacakken, tam sana veda edip yanaklarından öperek hasret busesi alacakken… Beni çekip vursaydın daha az acı çekerdim inan ki, eğer taksiyi çağırmamış olsaydın, el edip durdurmamış olsaydın, o bitmek bilmeyen uzun yürüyüşlerimizden birini daha yapardık. Bir ceset gibi bindim arabaya. Ne diyeceğimi bilemedim. Sen gittin, arkandan bakakaldım. Siluetin göründü buğulu camdan. Sana el bile sallayamadım. Sızlayan yüreğime engel olamadım. Bütün ömrümü böyle geçirdim ben. Bir ceset gibi, yeniden yaşattın bunu bana sen... Bir kez daha ölümü hissettim bütün hücrelerimde, dondu gülümsemem dudağımın köşesinde. Ölmek istemiyorum bir kez daha, bunu bana yaşattırma lütfen. Yedi yıl oldu seni tanıyalı, 7 yaşında bir çocuğum şimdi, yetim bırakma beni. Neşeni göremezsem ölürüm biliyorsun, sendeki çocukla yaşıyorum alma onu benden… Kimsesiz bırakma bizi kurda kuşa karşı, yem oluruz ıssızlıkta, kavruluruz susuzluktan dağlarda…

15.08... 23:05:07

Hayata karşı nötr kalmak bir tavırdır, saygı duyarım. Ama kaçmak gerekçeli olamaz. Ben de çoğu kez nötr davranırım ama yaratılmış olanlara değil. Olup bitene karşı evet, gelen musibetleri görmezden gelebiliriz. Ama Allah’ın yarattığı mahlukata karşı nasıl nötr olabiliriz? Olamayız bunu bana sen öğrettin zaten unuttun mu? Bildiğin konularda ahkâm kesemem sana. Sadece söylediğin bir sözü hatırlatabilirim belki.
“Ben aynayım demiştin. Bana bakan kendini görür.”
Ne çok etkilenmiştim. Günlerce anlamaya çalışmıştım seni. Nötr bir aynada ben neyi göreceğim şimdi? Sana baktığımda kendimi göremezsem eğer, yolumu nasıl bulacağım? Gözlerin sevgi dolu bakmadığında ne farkın kalacak diğerlerinden? İnsanlar ne görecekler senin nötr olan suretinde?
“Beni ilgilendirmiyor. Kim ne görmek istiyorsa onu görsün diyeceksin.”
Kızgınsın, öfkelisin biliyorum. İnsandan umudunu kestin. Öylesine kırılgansın ki en ufak bir sarsıntı da tuzla buz oluyorsun sırça bir biblo gibi… Bu yüzden koruyorsun kendini girdiğin kalıpların içinde saklıyorsun olan biteni…
Senin sorunun ne biliyor musun? Sevmekten korkuyorsun sen. Aslında sorumluluk almaktan… Sevmek sorumluluktur çünkü. Seven kaçamaz, ne olursa olsun vazgeçemez sevdiğinden. Sen vazgeçememekten korkuyorsun. Bu hayatta birini, kim olduğu hiç önemli değil ama yalnızca birini vazgeçemeyecek kadar sevmekten korkuyorsun…

16.08... 00:03:13

Monologa devam ediyorum. Gece yarısı oldu uyuyamadım, kalktım, kulaklarım uğulduyordu. Senin sözcüklerin bir bir aklımdan geçiyordu. Okuyup okumadığını bilmiyorum mesajlarımı. Umurumda değil, bakmazsın biliyorum hele bu saatte gelen mesajlara hiç bakmazsın. Büyük bir ihtimalle kapatmışsındır telefonunu da… Sabahleyin görürsün nasılsa… Sen uyandığında ben çoktan yola çıkmış olacağım. Öğlene doğru varırım kısmetse, yolda sana yazamayacağıma göre…
Allah bütün evreni aşkla yarattı demiştin hani bir keresinde. Big bang’ in patlaması aşkın ateşiyle değil miydi? Sen kime ve neye karşı isyan ettiğini bir düşün istersen. Nefsinin sana neler söylettiğini bir daha düşün lütfen. Nokta.

16.08... 16:33:43

Aşk meydan okumaktır. Kerem gibi yana yana kül olmak, ölümüne sevdalı kalmaktır. Ferhat gibi deldiğin dağın altında can vermek, Mecnun gibi varlığından vazgeçmektir. Çölün ortasında gördüğü serabın Leyla olmadığını bildiği halde, devesini yine de o seraba doğru sürmektir aşk… Gözleri Leyla’yı gördü diye, Leyla’nın evinin sokağındaki bütün köpekleri sevip okşamaktır… Aşk varlığından soyunmak, aklın, nefsin zulmünden sıyrılmaktır… Yâri yâr’da bulmak fakat yarı yolda bırakmamaktır aşk…

17.08... 01:05:02

"Allah-ı taala maide suresinde der ki. “Benim nazarım daima senin üzerindedir. Senin için de böyledir. Fakat benim nazarım suretine değil kalbine ve niyetinedir.”
Okuduğum kitaptan alıntı. “ Kitap okumayı sevmem “ demiştin. İlme olan açlığını kısa ve öz hap bilgilerle kapatmaya çalışmıştın. Bana da bir gün,
“ Fazla derinlere kaçma çıkamasın sonra” demiştin. Hatırla! “Derinlere dalmazsam nasıl bileceğim o vakit “ demiştim sana.
“Benden söylemesi. Bu uğurda maazallah delirenler çok olmuştur “ demiştin. Susmuştum.
Gaflet içinde akıllı kalacağıma, ilim içinde deli olmayı yeğlerim. Kendimi ararken kaybolmaya razıyım ben…
İşte şimdi cevabımı verdim...

17.08... 05:54:58

İki sabahtır güneşin doğuşunu izliyorum. Ayın ve güneşin aynı gökyüzünde birbirlerinin yansımalarına karışmadan aynı aşkla ve fakat birbirlerinden onca uzakta, sessizce bütün kâinatın gözü önünde, iç çekerek birbirlerine duydukları derin aşkın seremonisini izliyorum. Bütün varlık âlemi, melekût âlemi, ceberut âlemi aşkla yaratıldı ve vuslatı bekliyor...
Kesrette kalan bizler, izlerimizi çoktan kaybettik… Neden yaratıldığımızı unuttuk… Sevgiliye verdiğimiz sözü hatırlamaz olduk. Kurbanlık olduğumuzu bilmeden yeni kurbanlar aradık kendimize, zulmettik nefsimize… Âdem olamadık, ademde kaldık… Hiçliğimizi bileydik kurtulurduk hiç olmaktan, onu da aramaktan vazgeçtik… Vahded'i arar iken kesrette yolumuzu kaybettik…

18.08... 05:08:16

Yarasalar benimle geldiler deniz kıyısına, görmedikleri benden korkarak, tepemde dönerek geldiler… Ben onlardan, onlar benden korktu… Issızlığın orta yerinde kanat çırpışlarını duydum ilkin, karartılarını fark ettim sonra. İki gündür okuduğum kitabın etkisinden kurtulmak istemiyorum. Sana yazıyorum, mesaj kutun dolmuştur büyük bir ihtimalle ve sen eminim ki okumuyorsundur, yazdıklarımı. İşte belki de bu yüzden öylesine rahat yazıyorum ki… Okuma bundan sonra zaten, sil at bütün yazdıklarımı. Söylediklerimi unut, beni bir daha gördüğünde görmemezlikten gel.
Körüm ben de yarasalar gibiyim… Görmem gerekeni saklayan bir duvar var sanki sende… Sadece sesini duyuyorum, gözlerin gelmiyor gözlerimin önüne… Yüzünü unuttum. Güneş doğacak birazdan. Denizin rengine kavuşacağım. Taş atıyorum ona, bildiğim ne varsa içimden geçen, anlamları yüklüyorum taşlara, fırlatıyorum olabildiğince uzağa…
Şeytanı taşlıyorum şimdi, bitsin içimde kalan ne var ne yoksa…

19.08... 05:05:03

“Ey rab, ey eğiten, öğreten! Bu nefis perdesi, bu dünya arzu ve isteği, benlik zevki ile seni nasıl bilebilirim. Ancak seni sana ait sıfatlarla görebilirim. O halde lütfet ki, ben de sana ait olandan başka bir şey kalmasın. İşte o zaman bir âlemden diğer âleme, yani senin bir zuhurundan diğer zuhuruna seyran edebilirim.” Kenan el Rifai…

20.08... 05.01.01

Bir müzik kulağımda, kitabımı bitirdim. Hiç unutmayacağım bir tatil oldu benim için. Yarın dönüşe geçeceğim. Senin için bir önemi yok biliyorum. Okumadın bile yazdıklarımı işte bunun için özellikle teşekkür ederim. Okuyup okumaman hiç önemli değildi. Benim yazmamdı önemli olan. Birine, herhangi birine… Belki de hiç kimseye… Hiç kimsenin okuması önemli değildi… Ben de önemli değilim… Dedim ya kulağımda bir müzik, onu dinliyorum hiç susmuyor içimdeki melodiler… Birinden diğerine geçiyor…

Bir keman ağlıyor dünyanın bir yerinde… İçli içli sessiz sessiz ağlıyor, duyuyorum onun sesini. Kelebekler uçuyor kanatlarında çırpınıyorum ben de onlarla… Bir kadın saçlarını dağıtmış elinde şimşir tarağıyla tarıyor uzun lepiska saçlarını, örüyor sonra, dokunuyorum parmaklarına…

Sana gönderiyorum dinlediğim şarkıyı… Farid Farjad’ın kemanıyla…
Dinleme sakın! Nasılsa anlamazsın boşuna…






8 Mayıs 2018 Salı

Mavi Rüya Öyküleri-8- Kırlangıç’ın Düşü

Güneşin yüzünü gösterdiği o ilkbahar günlerinde, Mart kapıdan baktırmadan daha, ahşap sundurmanın altında dış kapı pervazının hemen yanında, tıkırtıların gelirdi ilkin kulağıma. Gaganın çıkarttığı sesleri duyduğumda ürkütmemek için seni, mutfakta bulaşık yıkamayı bırakır, arka odalardaki acil olmayan günlük işlerle uğraşmaya başlardım. Bilirdim yuvanı tamire geldiğini, peşin sıra eşini de birlikte getirdiğini. Gaganızla topladığınız çamurlarla yapardınız evinizi. Yeni yavrularınızı beklerdim merakla. Kışın uzun, soğuk yalnızlığı biterdi benim için. Sessiz baharın sımsıcak neşesi gelip konardı avuçlarıma. Yorgun gözlerimin açık kalmış penceresine doğardı sevincim. Sonbahara kadar dinen yalnızlığıma umut olurdu bu kısacık yaşama ümidim…

 

Beş yıl önceydi ilk kez evime gelişin, yuvama kendi yuvam değişin. Hiç unutmadığım bir gündü. Mart’ın 11 idi. Sevdiceğim, evimin direği, gönlümün sultanı o gün bırakıp gitmişti beni. Çeyrek asırlık eşini, kendi elleriyle kurduğu evini, köyünü bırakıp, tek bir kelime dahi etmeden sır olup sırra kadem basmıştı. Alıp başını, birkaç parça eşyasını, bir de yıllarca biriktirdiği parasını, kimselere görünmeden yolunu bilmem nereye vurmuştu. O günden sonra kimse ağzını açmaz olmuştu köyde. Ne bir haber gelmişti, ne gören vardı ne de yerini bilen. Konu komşu çırpınmalarıma aldırış etmeden, derin bir yalnızlığa terk etmişlerdi beni. Sanki bir şeyler biliyorlardı da benden gizliyorlardı. Herkesin bildiği sır olur muydu hiç? Doğup büyüdüğüm bu köyde kimsesiz kalakalmıştım. Bana acıyanlar vardı içlerinde, yüzüme bakamayanlar, selamıma bile selam ile karşılık vermeyenler. Yüzlerini bir dönseler, bakışlarından anlayacağımı, ne olup bittiğini okuyacağımı bilenler sırt çevirmişlerdi bana. Yapayalnızdım, sen çıkıp gelene, yuvanı benim yuvamda kurana kadar güzel kırlangıcım…

 

Bir kırlangıçtım ben de, bir yuva istemiştim bu hayattan sadece. Beni seven eşim olsun, evimde çocuklarımın cıvıltısı duyulsun istemiştim. Gözümün içine bakan, beni sevip kollayan eşimi çok seveceğimi biliyordum ta en baştan… Çok sevmiştim biricik eşimi, tıpkı evimdeki misafir kırlangıçlarım gibi…

 

Ne olmuştu da bir gece böylece koyup beni bırakıp gitmişti, bir elvedayı çok görüp izini kaybettirmişti.

 

Bir başkasını sevdiğini düşündüm yıllarca, onun ilk aşkı geldi aklıma… Adını duyunca hala içinin sızladığını bildiğim bir yavuklusu vardı. Ona koştuğunu düşündüm, nereye gidecekti başka? Oysa ihanet etmişti ona, yıllar önce nişanı atıp başkasına gitmişti. Ama aşktı bu, söz geçer miydi akla? Önünde durulur muydu aşkın yeli kasıp kavurduğunda? Pekâlâ affetmiş olamaz mıydı onu? Senaryo yazdım kafamda, kaçıp gittiği kocası ölmüştü belki de kadının, arayıp bulmuştu benim kocamı. Benden kopartmıştı. Yuvamı dağıtıp beni elemlerde bırakmıştı. Ne de olsa bir çocuk verememiştim kocama. Ne çok istediğim halde olmamıştı işte. Kısır oluşumu bir kere olsun vurmamıştı yüzüme. Sessizce kabullenmişti. Kaderine razı olmuştu, sevmişti beni biliyordum. Yüreği el vermezdi üzülmeme, el üstünde tutardı beni…  Peki  öyle ise neydi kopartan ondan beni?

 

Bir kere bile kavga etmemiştik, hiç sinirlenmezdi. Sesimizi birbirimize hiç yükseltmemiştik bile.. Yavrusuz kırlangıçlar gibiydik. Ellerimizle yapmıştık evimizi. Her bir eşyada alnımızın teri vardı. Gözümüzün nuru saklıydı perdelerimizde. Hayallerimiz, umutlarımız gizlenmişti her birinin gizli yerlerine. Çocuğumuzun olmasını ne çok istemiştik ama vermemişti işte tanrı. Sessizce kabullenmiştik olanı. Sormamıştık bir günden bir güne kusur kimde diye? Ne önemi vardı ki, olmayınca olmuyordu insanın istediği. Ne çok canlı besledik bu evde birlikte. Kedilerimiz, köpeğimiz bir tane ineğimiz ve sayısız kuşlarımız olmuştu. Bahçemizdeki meyve ağaçlarına dadanan haşaratı hiç saymıyorum bile. Onları öldürmezdi kocam. Ağaçlara zarar vermelerini engeller ‘bizim rızkımıza bırak ortak olsunlar’ derdi.  Ah ne çok özledim seni. Nasıl yandı ciğerim, nasıl kala kaldım bu dünyanın ortasında sensiz bir başıma, Ah benim gözleri deniz bakan biricik sevdiceğim…

 

Aklım almıyor bir türlü, bunca sene geçti bir yastıkta kocadığım kocamın anlayamadım gidişini… Bilmez mi onu nasıl merak ederim, nasıl özlerim, nasıl severim canımla bir… Gelse şimdi çıkıp sormam bir tek soru bile, bakarım o derin mavi gözlerine, sarılırım sıkıca bırakmam bir daha gitmesin diye…

 

Kapı çalıyor! Geldi! Yıllardır çalmayan kapım çalıyor duyuyorum, geldi sevdiceğim en sonunda duydu hıçkıran sesimi…



"İyi günler size iadeli taahhütlü bir mektup var."

"Mektup mu?"

"Evet, şuraya bir imza alayım."

"Nerden, kimden geliyor?"

"Onu ben bilmem hanım, açınca öğrenirsiniz nasılsa? Hadi iyi günler…"

 

Kaldım kapıda postacının ardında, elimde mektup. Uzak bir ilden gönderilmiş. Bilmediğim bir isim var zarfın gönderen kısmında. Oturdum verandaya, açtım zarfı korkuyla… İçime bir sıkıntı girdi, kısa bir mektup ile başka bir zarftı içindeki…

Kısa mektubu yazan bir doktordu ve şöyle diyordu. “Eşinizin beş yıldır doktoruyum, size bu mektubu postalamamı rica etti, onun ricası üzerine ben de size gönderiyorum. “

Zarf elimden düştü, başım döndü, karardı yüreğimin aynası… Döküldü gözlerimden kanlı gözyaşları…

 

Ah sevdiğim yapmıştı bana yapacağını…

Açtım ikinci zarfı;

 

Sevdiğime, Gözümün Nur’una yazıyordu zarfın üstünde…

İnci gibiydi el yazısı, öptüm kokladım zarfı sinmiştir belki kokusu diye.

 

Sevdiğim biricik aşkıma,

Kırgınsın, kızgınsın bana biliyorum. Ne desen haklısın. Ama beni hala sevdiğini, beklediğini, bir an olsun benden ümit kesmediğini,  yapayalnız kaldığın için duyduğun öfkeni , okuyorum kilometrelerin ötelerinde bile olsam bir tanem, her şeyini, her duygunu biliyorum.

Benim yaptığım affedilmez, sen yapsan affeder miydim inan bilmiyorum. Kalan ömrümü senin yanında geçirmekten başkaca bir isteğim yoktu. Böyle bitsin istememiştim aşkımız. Ama kader beni çok zamansız ve dahi amansız bir hastalıkla yakaladı. Her gün gözünün önünde çürümektense, bir kere kaybolmayı tercih ettim. Seni her gün öldürmeğe gönlüm razı olmadı. Söylesem sana izin vermezdin biliyorum. Benimle gelmeye kalkardın Ankara’ya…

Tedavi olursam, geçerse dönecektim tekrar sana geriye. Ama olmadı işte. Artık tükendi takatim son günlerimde hep senin iyiliğin için dua ettim, buna inanmanı istiyorum.

Bağışla beni, affet bir tanem. Ömrümce yalnız seni sevdim. Aklının bir köşesinden neler geçtiğini tahmin etmem hiç güç değil. Günahımı alsan da inan bana hiç mühim değil. Seni severek göçeceğim öbür tarafa, seni yalnızca ben seveceğim…

Elveda gül kokulu sonsuz aşkıma

Senin olan talihsiz sevdiceğin.

 

Birden bir şey düştü sundurmaya…  Tahta pervazın hemen altında, mavi bir kırlangıç yatıyordu taşın üstünde boylu boyunca…