Güneşin yüzünü gösterdiği o ilkbahar günlerinde, Mart
kapıdan baktırmadan daha, ahşap sundurmanın altında dış kapı pervazının hemen
yanında, tıkırtıların gelirdi ilkin kulağıma. Gaganın çıkarttığı sesleri duyduğumda
ürkütmemek için seni, mutfakta bulaşık yıkamayı bırakır, arka odalardaki acil
olmayan günlük işlerle uğraşmaya başlardım. Bilirdim yuvanı tamire geldiğini,
peşin sıra eşini de birlikte getirdiğini. Gaganızla topladığınız çamurlarla
yapardınız evinizi. Yeni yavrularınızı beklerdim merakla. Kışın uzun, soğuk
yalnızlığı biterdi benim için. Sessiz baharın sımsıcak neşesi gelip konardı
avuçlarıma. Yorgun gözlerimin açık kalmış penceresine doğardı sevincim.
Sonbahara kadar dinen yalnızlığıma umut olurdu bu kısacık yaşama ümidim…
Beş yıl önceydi ilk kez evime gelişin, yuvama kendi yuvam
değişin. Hiç unutmadığım bir gündü. Mart’ın 11 idi. Sevdiceğim, evimin direği,
gönlümün sultanı o gün bırakıp gitmişti beni. Çeyrek asırlık eşini, kendi
elleriyle kurduğu evini, köyünü bırakıp, tek bir kelime dahi etmeden sır olup
sırra kadem basmıştı. Alıp başını, birkaç parça eşyasını, bir de yıllarca
biriktirdiği parasını, kimselere görünmeden yolunu bilmem nereye vurmuştu. O
günden sonra kimse ağzını açmaz olmuştu köyde. Ne bir haber gelmişti, ne gören
vardı ne de yerini bilen. Konu komşu çırpınmalarıma aldırış etmeden, derin bir
yalnızlığa terk etmişlerdi beni. Sanki bir şeyler biliyorlardı da benden
gizliyorlardı. Herkesin bildiği sır olur muydu hiç? Doğup büyüdüğüm bu köyde
kimsesiz kalakalmıştım. Bana acıyanlar vardı içlerinde, yüzüme bakamayanlar,
selamıma bile selam ile karşılık vermeyenler. Yüzlerini bir dönseler,
bakışlarından anlayacağımı, ne olup bittiğini okuyacağımı bilenler sırt
çevirmişlerdi bana. Yapayalnızdım, sen çıkıp gelene, yuvanı benim yuvamda
kurana kadar güzel kırlangıcım…
Bir kırlangıçtım ben de, bir yuva istemiştim bu hayattan
sadece. Beni seven eşim olsun, evimde çocuklarımın cıvıltısı duyulsun
istemiştim. Gözümün içine bakan, beni sevip kollayan eşimi çok seveceğimi
biliyordum ta en baştan… Çok sevmiştim biricik eşimi, tıpkı evimdeki misafir
kırlangıçlarım gibi…
Ne olmuştu da bir gece böylece koyup beni bırakıp gitmişti,
bir elvedayı çok görüp izini kaybettirmişti.
Bir başkasını sevdiğini düşündüm yıllarca, onun ilk aşkı
geldi aklıma… Adını duyunca hala içinin sızladığını bildiğim bir yavuklusu
vardı. Ona koştuğunu düşündüm, nereye gidecekti başka? Oysa ihanet etmişti ona,
yıllar önce nişanı atıp başkasına gitmişti. Ama aşktı bu, söz geçer miydi akla?
Önünde durulur muydu aşkın yeli kasıp kavurduğunda? Pekâlâ affetmiş olamaz
mıydı onu? Senaryo yazdım kafamda, kaçıp gittiği kocası ölmüştü belki de
kadının, arayıp bulmuştu benim kocamı. Benden kopartmıştı. Yuvamı dağıtıp beni
elemlerde bırakmıştı. Ne de olsa bir çocuk verememiştim kocama. Ne çok
istediğim halde olmamıştı işte. Kısır oluşumu bir kere olsun vurmamıştı yüzüme.
Sessizce kabullenmişti. Kaderine razı olmuştu, sevmişti beni biliyordum. Yüreği
el vermezdi üzülmeme, el üstünde tutardı beni… Peki öyle ise neydi
kopartan ondan beni?
Bir kere bile kavga etmemiştik, hiç sinirlenmezdi. Sesimizi
birbirimize hiç yükseltmemiştik bile.. Yavrusuz kırlangıçlar gibiydik.
Ellerimizle yapmıştık evimizi. Her bir eşyada alnımızın teri vardı. Gözümüzün nuru
saklıydı perdelerimizde. Hayallerimiz, umutlarımız gizlenmişti her birinin
gizli yerlerine. Çocuğumuzun olmasını ne çok istemiştik ama vermemişti işte
tanrı. Sessizce kabullenmiştik olanı. Sormamıştık bir günden bir güne kusur
kimde diye? Ne önemi vardı ki, olmayınca olmuyordu insanın istediği. Ne çok
canlı besledik bu evde birlikte. Kedilerimiz, köpeğimiz bir tane ineğimiz ve
sayısız kuşlarımız olmuştu. Bahçemizdeki meyve ağaçlarına dadanan haşaratı hiç
saymıyorum bile. Onları öldürmezdi kocam. Ağaçlara zarar vermelerini engeller
‘bizim rızkımıza bırak ortak olsunlar’ derdi. Ah ne çok özledim seni.
Nasıl yandı ciğerim, nasıl kala kaldım bu dünyanın ortasında sensiz bir başıma,
Ah benim gözleri deniz bakan biricik sevdiceğim…
Aklım almıyor bir türlü, bunca sene geçti bir yastıkta
kocadığım kocamın anlayamadım gidişini… Bilmez mi onu nasıl merak ederim, nasıl
özlerim, nasıl severim canımla bir… Gelse şimdi çıkıp sormam bir tek soru bile,
bakarım o derin mavi gözlerine, sarılırım sıkıca bırakmam bir daha gitmesin
diye…
Kapı çalıyor! Geldi! Yıllardır çalmayan kapım çalıyor
duyuyorum, geldi sevdiceğim en sonunda duydu hıçkıran sesimi…
"İyi günler size iadeli taahhütlü bir mektup var."
"Mektup mu?"
"Evet, şuraya bir imza alayım."
"Nerden, kimden geliyor?"
"Onu ben bilmem hanım, açınca öğrenirsiniz nasılsa?
Hadi iyi günler…"
Kaldım kapıda postacının ardında, elimde mektup. Uzak bir
ilden gönderilmiş. Bilmediğim bir isim var zarfın gönderen kısmında. Oturdum
verandaya, açtım zarfı korkuyla… İçime bir sıkıntı girdi, kısa bir mektup ile
başka bir zarftı içindeki…
Kısa mektubu yazan bir doktordu ve şöyle diyordu. “Eşinizin
beş yıldır doktoruyum, size bu mektubu postalamamı rica etti, onun ricası
üzerine ben de size gönderiyorum. “
Zarf elimden düştü, başım döndü, karardı yüreğimin aynası…
Döküldü gözlerimden kanlı gözyaşları…
Ah sevdiğim yapmıştı bana yapacağını…
Açtım ikinci zarfı;
Sevdiğime, Gözümün Nur’una yazıyordu zarfın üstünde…
İnci gibiydi el yazısı, öptüm kokladım zarfı sinmiştir belki
kokusu diye.
Sevdiğim biricik aşkıma,
Kırgınsın, kızgınsın bana biliyorum. Ne desen haklısın. Ama
beni hala sevdiğini, beklediğini, bir an olsun benden ümit kesmediğini,
yapayalnız kaldığın için duyduğun öfkeni , okuyorum kilometrelerin
ötelerinde bile olsam bir tanem, her şeyini, her duygunu biliyorum.
Benim yaptığım affedilmez, sen yapsan affeder miydim inan
bilmiyorum. Kalan ömrümü senin yanında geçirmekten başkaca bir isteğim yoktu.
Böyle bitsin istememiştim aşkımız. Ama kader beni çok zamansız ve dahi amansız
bir hastalıkla yakaladı. Her gün gözünün önünde çürümektense, bir kere
kaybolmayı tercih ettim. Seni her gün öldürmeğe gönlüm razı olmadı. Söylesem
sana izin vermezdin biliyorum. Benimle gelmeye kalkardın Ankara’ya…
Tedavi olursam, geçerse dönecektim tekrar sana geriye. Ama
olmadı işte. Artık tükendi takatim son günlerimde hep senin iyiliğin için dua
ettim, buna inanmanı istiyorum.
Bağışla beni, affet bir tanem. Ömrümce yalnız seni sevdim.
Aklının bir köşesinden neler geçtiğini tahmin etmem hiç güç değil. Günahımı
alsan da inan bana hiç mühim değil. Seni severek göçeceğim öbür tarafa, seni
yalnızca ben seveceğim…
Elveda gül kokulu sonsuz aşkıma
Senin olan talihsiz sevdiceğin.
Birden bir şey düştü sundurmaya… Tahta pervazın hemen
altında, mavi bir kırlangıç yatıyordu taşın üstünde boylu boyunca…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder