23 Mart 2017 Perşembe

BÜYÜKLERE MASALLAR / SEYLÂB İLE FEYZAN- III. Bölüm

Şeytan’ın ‘Ş’sinde gizlidir günahın izi. Şer ehline şöhret gerektir, şan gerektir ki şehveti kabaranda şatafatla düzüle yoluna. Şarap içen de sarhoş ola, serkeşle eğleşen de nahoş ola…

Akıl aşk’ın ‘A’sında saklıdır ya. O aklını bir’lemeyen akil olamaz asla. Hani demiş ya Fuzuli vakti zamanın zuhurunda; “ Canını canana vermektir kemali âşıkın, vermeyen can itiraf etmektir noksanına” diye. Cananda olmayacaksa can, aşk yolunda yolunmayacaksa ‘ben’den ne var ne yoksa kalan, hiç çıkılmamalı bu yola her zaman…
Şehvet tarlasında dolaşanların çamurludur ayakları. Ne kadar yunulsa da kar etmez, temizlenmez ruhları. İçine bakmayanın ölüdür gözü. Zuhurdakinin sureti şah olup şahlanmış görünür böylelerine, bir maymuna benzese de nevcivandır onun indinde. Mal, mülk hep hevâdır amma peşinden koşan çok olur hayâsızca…
Feride sabahın kuşluk vaktinde gölde yıkanıyordu öylesine. Feyzan’ın orada bulunuşundan bihaberdi sözde. Hem eğleniyor, hem türkü söylüyordu. Bir taraftan da göz ucuyla Feyzan’ı gözlüyordu. Epey mesafe vardı aralarında. Ama ünlese sesini duyuracaktı. Görünsün diye bedeni, biraz daha ortasına doğru yüzdü gölün. Görmemiş gibi yapacaktı Feyzan’ı. Sırtını döndü güya, yıkanmayı sürdürdü.
Feyzan bir an evvel yeterli yiyeceği avlayıp evine gitme hevesindeydi. Karısını ve kızını yalnız bırakmak istemiyordu. Bu yüzden Feride’yi görmedi bile. Günün bereketine dua etti hemen, tuttuğu ilk üç balık yeterdi aslında onlara, fakat bir kez daha denemek istedi şansını. Ne de olsa mevsim bahardı. Yağmuru bol rüzgârı kavi olurdu. Gebe karısından, daha bebe sayılacak Gün kızından çok fazla ayrılmak istemiyordu. Bir hafta yetecek yiyeceği sağlamaktı isteği. Oltasını hazırladı, elinde kalan son yemleri taktı ucuna. Sarmaşıktan ördüğü sepet delinmişti. Onu bir kenara ayırdı, tamir etmesi gerekecekti. Can havliyle çırpınan sazanlar delmişti sepeti. Oltasını aldı eline, bülbüllerin seslerine kulak kesildi bir süre. Gözlerini kapadı, baharın ılık, okşayıcı esintisi yüzünü yalayıp geçti. İçinde hasret duydu, gözleri doldu. Seylab ile, Gün kız doğmadan önce birlikte avlanırlardı. Kaç kere birlikte kamp kurmuşlar, kaç sevda yüklü geceyi Sebile gölünün koynunda ele ele, diz dize birlikte geçirmişlerdi. Yaz gecelerinde kamp ateşinin yanı başında oturup çırçır böceklerinin şarkılarını dinlemek, yıldızları izlemek hatta ay ışığı altında gölde yüzmek Seylab’ın en çok sevdiği şeylerden biriydi. Bu yüzden çok sık gelirlerdi. Sebile gölü ve arkasındaki Şahit dağı onların ikinci evleriydi…
Haydi dedi, duasını etti Feyzan ve oltayı saldı göle. Ama o da ne, gölde biri vardı. Güneş tam gözüne geldiğinden kim olduğunu anlayamadı. “Kim ola ki” diye geçirdi içinden. Bu kadar erken saatte? Önemsemedi. İşini bitirmek için acele etti. Balıkları kaçıracaktı her kim ise. La havle çekti, vira bismillah diyerek beklemeye koyuldu. Sazanlar bu saatleri severlerdi güneşlenmek için. Diplerde yaşayan sazanlar, diplerde avlanırlardı. Vakit bu vakit oldu muydu güneşe âşık olanlar çıkarlardı suyun üstüne… Kim güneşe âşık olmazdı ki?
Feride güneşin ışınlarına doğru yüzmeyi sürdürdü. Çok üşümüştü aslında. Başka zaman olsa çoktan sudan çıkmış, kurulanıp giyinmiş evin yolunu tutmuştu bile. Şimdi olmazdı ama. Kendini suyun yüzüne sırt üstü bıraktı. Güneş ışınları esmer tenini ısıtıyor, daha da bronzlaştırıyordu. Gözlerini kapadı. Yüzünü yakıyordu güneş. Bu haldeyken içindeki yangını daha da alevlendiriyordu. Şimdi hemen burada Feyzan’la birlikte olmayı, belki onunla yüzmeyi, hep onun yanında onun kadını olmayı hayal etti. Mutluluk bu olsa gerek diye geçirdi içinden, kıskançlığı arttı birden. Seylab ne kadar şanslı bir kadındı. Hayat ona verebileceği ne varsa sunmuştu adeta. Ya kendisi? “Ne günahım vardı benim” dedi. “Neden hep acı çekmek zorundaydım sanki? Bebe yaşımda aldı elimden annemi. Babam bir gün olsun sevmedi beni. Bir gün başımı okşamadı. “ İçi buruldu. Yüreği sıkıştı. Geceler boyunca yatağında tek başına ağlarken sesini duyan olmamıştı. Zayıf ve çelimsiz bulurdu ailesi onu. Bu yüzden hiçbir iş yapmayı öğretmemişlerdi. Kendini işe yaramaz hissederdi. Ağır işleri ablaları görürdü evde. Kendinden üç yaş küçük erkek kardeşiyle o, bütün gün kazları gezdirir, tavuklar ve civcivlerle meşgul olurlardı. Severdi küçük Azap hayvanları. Kedi, köpek, kaplumbağa, tavşan nerde bir hayvan bulsa Azap’da yanı başında biterdi. “Ah! Azap Ah! Neredesin sevgili kardeşim. Beni bir başıma koyup sen nerelere gittin?”
Feyzan iki balık daha tuttu oltasıyla. Beş balık, beş gün demekti. “Şükür verene, vermeyi nasip edene.” Diye dua etti. “Demek ki hakkımız bu kadarmış bugünlük, nasibimizi alalım ve yolumuza varalım.” Dedi içinden.
Balıklarını aldı sepetine özenle yerleştirdi. Kamp ateşini söndürdü iyice. Toprağı eski haline getirdi. Dikkat etti karınca yuvalarına. Nasıl aldıysa öyle bırakmalıydı, yerli yerinde kalmalıydı ne var ne yoksa. Babası Sorkan iyi bir avcıydı, daha altı yaşında oğlu Feyzan’ı yanına alıp çıkardı ava. Bildiği herşeyi öğretmişti büyük oğluna. Babasından mirastı bu düzen, bu sevda ona da. Bir de belinden hiç ayırmadığı bıçağı…
Feride daha fazla üşümek istemedi. Zaten dudakları mosmor olmuştu, güneş ne kadar ısıtsa da su soğuktu sabahın bu vaktinde. Döndü baktı Feyzan’a… Bir de ne görsün, Feyzan toplanmış gidiyor! Bütün plan suya düşüyor. Oysa o küçük aklından neler neler geçirmişti. Feyzan’ın kendisini izlediğinden o kadar emindi ki. Hayalleri bir anda yıkıldı gitti. Bir şeyler yapmalıydı. Durdurmalıydı onu. Çırpınmaya başladı sözde. İyi bir yüzücüydü oysa. Bir taraftan bağırıyordu sesini duyurmaya. Yardım istiyordu güya.
Feyzan tam toparlanmıştı ki, duydu Feride’nin sesini. Güneşten hala göremiyordu kim olduğunu. Gölü dolandı hızlıca, yakınına geldi Feride’nin. Gördü kim olduğunu. Genç kızın çıplak vücudunu güneşin altında. Sırtını döndü hızlıca, bağırdı Feride’ye…” Ne oldu, nen var”?
“ Ayağım” dedi Feride, bir şey battı her halde yüzemiyorum kıyıya.” Diye yalan söyledi.


Feyzan, yere bıraktı elindekileri. Paçalarını sıyırdı yukarı, ayakkabılarını çıkardı. Ve göle doğru yürüdü.

3. Bölümün Sonu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder