Ten-i
âdemdeki can bil ki edeptir.
Dil
ü çeşm-i beşerin nuru edeptir.
Edebi olmayan âdem değil adem,
Ayıran âdemi hayvandan edeptir.
Kenan Rıfai
Olan ile olacağın serencamı ezelden bellidir ya, yine de
bakmak gerekir usûle bir kere daha. Kul Hak karşısında divana durduğunda,
ayıpları, kusurları dökülürken ortalığa, yüzünü utanç maskesiyle kapatırken
işte bu usûl çıkacaktır ortaya. Hor görmek, eziyet etmek yoktur edepte. Tevazu her
yaratılana duyulandır, karıncadan hallice file meftun olandır Yaradan
hürmetine. Edep öyle bir öğretmendir ki, günahkâra da zalime de dokunduğunda
nur-u aksetmeli aynasına. Ki âlimi arif kılan kaynak belli ola…
Feride gölde o kadar uzun süre kalmıştı ki, soğuktan hiçbir
uzvunu hissedemez olmuştu. Mayıs güneşi onu ısıtmaya yetmemişti… Tam zamanında
bağırmıştı aslında. Böylece hem donmaktan kurtulmuş hem de Feyzan’ın geri
dönmesini sağlamıştı işte. Feyzan onu kurtaracaktı ve kendini onun kollarına
bırakacaktı artık. Genç sağlıklı bir erkekti Feyzan. Onu kurtarmaya geldiğinde,
ıslak, çıplak tenine dokunduğunda bütün arzularına kavuşacaktı Feride. Günah
bir kere işlendi mi artık gerisi gelirdi. Sadece bir kez uymuştu Şeytan’a Âdem,
bu ona yetmişti… Feride zafer ve şehvet sarhoşluğuyla hareketsiz bıraktı
kendini gölün sularına.
Feyzan, paçalarını sıvayıp ayakkabılarını çıkardı ilkin.
Mesafe çok uzak sayılmazdı aslında. Feride kızın ayağına bir şey battığı ya da
bir hayvanın ısırdığı geldi ilk aklına. Hemen bıçağını çıkardı. Oltasını eline
alıp suya daldı. Hiç kımıldamıyordu Feride, ama ölmüş olamazdı. Az önce daha
yardım istemiş, avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Bir anlam veremedi Feyzan.
Gölün soğuk suları vücudunu ürpertti. Daha fazla yürüyemezdi, yüzmesi
gerekecekti. Göz ucuyla mesafeyi tarttı ve elindeki oltayı Feride kıza doğru
fırlattı. Oltanın iğnesi genç kızın göğsüne batınca, can havliyle bağırdı
Feride.
-
“
Ne yapıyorsun be?” Hiç beklemediği bu hareket durdurdu Feyzan’ı.
-
“
Asıl sen ne yapıyorsun burada?” Diye
bağırdı Feyzan.
Ne diyeceğini bilemedi Feride. Çok kızgındı, hem canı yanmış
hem de bütün oyunu bozulmuştu. Üstelik ne diyeceğini de bilemedi. Üste çıkması
gerekiyordu durumu kurtarmak için.
-
“
Yıkanıyorum görmüyor musun?”
-
“
Az önce niye bağırdın o zaman? Niye yardım et diye çağırdın, deli misin sen?”
-
“Ben
mi bağırdım, ben mi çağırdım seni. Yalan söyleme, hem çıplağım görmüyor musun?
Nasıl çağırabilirim ki seni? Sen beni rahatsız ettin asıl, canımı acıttın hem
de. Bak iğnenin yerine, tam şuram kanıyor.” Deyip göğünün ortasını gösterdi
Feyzan’a.”
-
Git
işine be, belasın sen… Hadi sen de, ne halin varsa gör, deli kadın.” Diyerek
geri döndü kıyıya yürüdü Feyzan. La Havle çekti. Çok sinirlenmişti. Hem
yolundan etmişti kendisini, hem çağırmış hem de kafa tutmuştu. Öfkesinden
elindeki oltayı ortadan ikiye kırdı. Delirmişti adeta. Oltadan kalan yarımları
da kırdı attı Feyzan. Kıyıya vardı, ayakları çok üşümüştü. Üstelik ıslanmıştı.
Kendine kızdı sonra. “ Bırak gebersin. Sana ne işte, ne karışıyorsun el âlemin
işine?” diye söylendi kendi kendince. Ayakkabıları eline aldı, ayakları
kuruyunca giyecekti. Sepetini ve balıkları kaptığı gibi ormana daldı.
Feride gölün ortasında bir başına kala kaldı.
4. Bölümün Sonu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder